Salı, Ağustos 09, 2016

Bir yaz gecesi hatıratı...

Biraz önce yolda, Zweig okumuş olmanın hemen ardından, yeşeren kelimeler şimdi yazmanın başına oturduğumda yok oldular... Ya da eski kovuklarına dönüverdiler.

Aşkı düşünüyordum, büyük bir ustalık ve derinlikle anlatılmış; yaşanmamışlığın ve beklentilerin heyecanıyla zenginleşen Erika'nın, kimsenin fark etmediği ve etmeyeceği bir derinlikte hayatından geçen, yerleşen; neredeyse bir cesaretsizliğin bir o kadar cesaretin, öyküsünün ilhamıyla...

Bu duyguyla eve dönerken kapının önünde beni bekliyor olmasını umuyordum... Elbette değildi. Her zamanki gibi onları zorlu testlerden geçirip hayatımdan geçen, sihirli öyküler olarak tutmaya çalışıyorum. Ama öyle olsaydı kapının önünde beni bekliyor olsaydı ve ben merdivenleri çıktığımda geçici bir süreliğine kapının önüne koyup sonrasında her eve dönüşte yüzleştiğim ayna ile değil de onunla karşılaşmış olsaydım... Bu testi cesaretle geçmiş olsaydı... Gerçekten bir kahraman olmaz mıydı? Kendi hayatında ve benimkinde... Bu gerçekten çok güçlü ve güzel bir öykü olmaz mıydı? Bazen belki bunu yapmak o kadar da aptalca değildir, bir öykünün gerçekleşecek olma ihtimaline tutunmak, sihirli bir şeye inanmak. Herhangi bir şeyin, sadece bir yaşantı olmak dışında bir şeye dönüşmesini istemek.

Biliyorum evet bu biraz, yok biraz değil çokça yalnız geçen çocukluğumla ilgili, kendi kendime yarattığım öyküler, masallar ve hayallerle ilgili... Ama başka türlüsü dünyayı çok çıplak ve çekilmez kılıyor. Seksin sadece seks olması, aşkın sadece evrimle ilgili bir şeyler olması, kadınlığın üremeyle ilgili bir şey olması filan... Eşyalar, para ve bir şeyleri başarmış ya da başaramamış olmakla ilgili bir dünyanın içine sıkışıp kalmak... Böylesi beni hiç de mutlu etmiyor. Yaşama dair yani her birimizi biz yapan yaşama dair bir şeyleri yitirivermiş, çeşitli sayılar, gördüğün yerler, bildiğin diller, yediğin yemekler ve selülitler ve sigarayı bırakman gereken bir dünya ile baş başa kalıveriyorsun. Oysa dünyadan daha fazlasını bekliyorum sihir, büyü bu coğrafyanın yaşayanlarına sunduğu ahmak şiddetten öte birşey bekliyorum.

İnsanların derinliklerine dokunup, keşfederken kendiminkini kaybediyorum belki. Derinlik çocukluk yaşantıları ve bugünle kurulan bir ilişkiye dönüşüyor. Biliyorum ki, bundan daha fazlası var, arzular... Arzular her zaman gerçekleşsin diye değil. Gerçekleşmemiş olmaları onları daha az değerli kılmıyor ki.

Bu öyküyü devam ettirebilirim, kahramanımın geldiğini beni 3 saat beklediğini ( en fazla 3 saat bekleyebileceğini söylemişti, çocukluğuyla ilgili bir şeylerden yine...) düşünebilirim.

Bir gün bununla ilgili dokunaklı bir öykü yazabilirim tıpkı Erika'nın ki gibi.

Hjelde ile tanıştım, adını doğru yazıp yazmadığımı bile bilmiyorum ve o bir İsveç öyküsünden almıştı adını, tüm gece ve gündüz bakıp, tatlı tatlı dokunduğu yüzümün sürekli değiştiğini söyledi. Hjelde ile bir daha görüşmeyeceğiz ve yabancı olan bir dilin içinde buluşmuştuk.


"I wish I could find a woman like you and I would marry her. If I'm lucky." That was the last sentence in between us.

Pazar, Mayıs 29, 2016

Yavaş Yavaş Geçtim Kalabalıkların Arasından

yavaş yavaş geçtim kalabalıkların arasından
bir deniz çarpması gibi çoğalta çoğalta geçen
geçtiği yeri
yavaş yavaş çıktım içimden.dokundum
yavaş yavaş acıya,kuvarsa,şiire
yavaş yavaş tarttım suyu,anladım nedir ağırlık
kokular
coğrafya.
eğildim sonra gövdeyi tanıdım ve düzenini
gördüm sessizliğin dümdüzlüğünü
gördüm yinelemedi gördüğüm hiçbir şey
böyle yavaş yavaş geçtim insandan insana
insanlaştırdım yavaş yavaş dışımı
böyle karıştım kalabalıklara
kalabalıklaştım böylece..
İ. Berk


bazı bazı bir şiir kendinle konuşurcasınadır.

Perşembe, Aralık 25, 2014

...

tüm yaptığımız okyanusa varma rüyasıyla çölde bir yolculuk... daha az heroic, daha çok yalnız.
yabancılar, sığındıklarımız, kaçtıklarımız, bulduklarımız, buluştuklarımız, kaybettiklerimiz, vahalarımız ve okyanus hayalimiz var fırtınalı kumların içinde. mutlaka birini öldürdük, mutlaka biri öldü, mutlaka birileri anlar gibi oldu, mutlaka anlaşılamadık, ay da güneş de ardısıra doğdu battı.
 


Çarşamba, Kasım 26, 2014

Yamuk Bakmak*'tan geliyorum...

Richard II**
..........
Bushy: Elemin her cevherinin yirmi gölgesi vardır elemin kendisi değildir hiçbiri, ama öyle sanılır. Kör eden gözyaşlarıyla buğulanınca hüznün gözü bir sürü nesneye böler bütün olanı, düzgün bakınca karmaşadan başka bir şey görünmeyen; ama yamuk bakınca biçimi ayrıştırılabilen perspektifler gibi. 
O yüzden haşmetmeap lordunuzun kaybına yamuk bakmak ağlanacak öyle elem şekilleri bulur ki kendisinden fazladır ama olduğu gibi bakarsanız, olmayan bir şeyin gölgelerinden ibarettir. Öyleyse üç kez kutsanmış kraliçem lordunuzun kaybından fazlasına ağlamayın; görülmez daha fazlası görülse bile hüznün sahte gözüyledir, ki hakiki olan yerine, hayallerin ardından ağıt yakar.

Kraliçe: Öyledir belki, ama ruhumun derinleri aksine inandırıyor beni; nasıl olursa olsun üzülmemek elimde değil, üzüntü çöker üstüme tıpkı düşündüğüm hiçbir şeyi düşünmesem bile hiçbir şeyin üstüme çöküp küçük, zayıf düşürdüğü gibi.

Bushy: Kendinizi aldatmak bu leydim, başka bir şey değil.

Kraliçe: Tabii öyle, aldanış da elemin atalarından gelir; benimki öyle değil, çünkü benim elemim hiçbir şeyden çıkmadı ne de yasını tuttuğum hiçbir şeyden, bir şey elimde olan tek şey geride kalandır, ama nedir, daha bilinmez; adlandıramadığım bu isimsiz yeistir bildiğim şey.


* S. Zizek
** W. Shakespeare



Pazartesi, Ekim 07, 2013

İçimizdeki tarifsiz acıların ettikleri volume 1

İçimde tarifini yapamadığım bir acı var, hayır yeni bişi değil hep vardı, ve bu acı bu tanımlayamadığım her ne sikim olduğunu bilmediğim, tahminlerimin sığ kaldığı acı beni hep kendinden daha büyük bir acıyı yaratmaya dönük hayat deneyimlerine doğru cesaretsizce ama emin adımlarla sürüklüyor.
hay binmilyon kunduz! bir çığlıkla içimden dışarı çıkıp siktirolup gitmesini istiyorum.

Perşembe, Mayıs 02, 2013

Children's Story

Sigaraya başlamadım, beklediğim gibi depresyona girdim, beklediğim gibi depresyondan çıktım. beklemek üzerine çok düşündüm, beklemek... hayatta pek çok şeyi henüz pek çok şey hakkında hiçbirşey bilmediğimiz zamanlarda yaşadığımız tecrübelerle yeniden ve yeniden yaşadığımızı yeniden farkettim. mesela beklemek, tek başına geçirdiğim çocukluğumdan annem gelene kadar hayal kurularak geçen bir zaman dilimi, mesela mutluluk büyük bir nestle çikolata ile gelen annem, ya da koluna girdiğim babamla yaptığımız bir yürüyüş. duygu dediğin şey bilgi gibi büyümüyor. orada, yani hiç bir şey bilmezken nasıl yaşanmışsa nasıl korkulmuş, nasıl sevinilmiş nasıl heyecanlanılmışsa, öyle kalıveriyor.

belki tam da bu yüzden birini sevdiğinizde aslında onun çocukluğunu seviyorsunuz, çocukluk halini. üzerine inşa edilmiş olan ne olursa olsun. kendi çocukluğumuzun ebeveynleri olarak büyürken, aradığımız da çocukluğumuza iyi bir baba ve anne olacak başka bir çocuk. kendisine büyüttüğü ebeveyn sizin çocukluğunuza da iyi ebeveynlik yapar mı ki? die, sizinle oynar mı? sizi korur mu? sizi sever mi? sizin mutlu bir çocuk olmanızı dert eder mi? ...

tom waits'den bir çocuk masalı ...

Perşembe, Şubat 21, 2013

baba ve kızı

bi gerçek babam vardı benim bir de hayalini kurduğum baba, sevgililerim de böyle oldu hep bi hayalini kurduğum sevgililerim bir de gerçek sevgililerim; "ne kadınlar sevdim aslında yoktular"ın bir versiyonu gibi görünüyor. her sevdiğimde sevdiğim gerçekte olandan çok olmasını istediklerim oldu, olmuş.

insan babasını sevmekten kolay kolay vazgeçemiyor, çocukken attığım tripler vardı bu şekilde ama yetişkinlikte sökmüyor. biliyorsun ki, bu adamla kurmuş olduğun ve sana sorulmayan o bağ seni hep biraz zaaflı yapacak, sen hep çok sevip çok hayal kırıklığı yaşayacaksın. tamam. burada üstesinden gelemeyeceğimiz evrimsel, bio-kimyasal ne bileyim kültürel zilyon tane zıkkım var. ben babamla öykülerime baktığımda yapmadıklarından çok, beni bir köpeğin ısırmasından kurtarışını, gece yarısı eve gelirken dondurma alıp beni uyandırışını, milliyet çocuk, hürriyet çocuk gibi zibil tane dergiyi tek seferde kaç para bunlar demeden alışını, spor yapacağız diye eşofmanlarımızı giyip yürüyüş yapışımızı, sahilde koşmaya çalışışımızı, bana çarpacak diye genç bi çocukla kavga edip dayak yiyişini hatırlıyorum ama bi o kadar da yapmayışları var onlarla ne yapacağım. onlar bana ne yaptılar, bi de o var.

aslında seven ama göstermeyen babalar kuşağının beceriksiz babası babam, hayatın şanslı tarafında doğmamış doğmadığından olsa gerek gerçekte şansı olan şeyleri o kişiler için şansızlığa çevirirken tüm şans oyunlarında da şansını yine şanssızlık olarak denemiş. bunca yıldır oynanıp kazanılamayan şans oyunlarının ağırlığı var üzerinde babamın.

ben de seni seviyorum baba...