Çarşamba, Mayıs 24, 2006

yaz geldi

yaz geldi. şimdilerde kendimi bir roman kahramanı gibi hissediyorum,
çok enteresan şeyler yaşadığımdan değil sümme haşa, zihnimde "kafasındaki garip düşünceleri umursamadan ayağa kalktı sanki biraz önce tüm bu garip şeyleri düşünen o değildi. gülümsedi. merhaba, dedi" gibi cümleler kuran bir üçüncü kişi oluştu.
giderek kalabalıklaşıyoruz bir yazarımız eksikti. "ilkokul öğretmenimin kemikleri sızlatıyorum heyhat!" diyerek kendi kendine güldü. bu kalabalıklaşma hadisesi hoşuna gitmiş gibiydi, hoşuna giden şeylerle dalgasını geçmeyi hep sevmişti. "alllam noluyooo yaaa" herşey giderek daha komik olmaya başlıyordu, hava sıcaklığının arttığı şu dakikalarda her şey bu binanın içinde dahi giderek komikleşmeye başlıyor diye düşündü. ne yapması gerekirdi bu çılgınlığı durdurmak için? insan zihnine bir üçüncü kişi yerleşirse bu üçüncü kişiden nezaketle gitmesi istenebilir miydi? peki birisinden gitmesini istemek, nezaket bunun neresinde olabilir, belki sizli biz li bir ifade biçimi. ama ya itiraz ederse ya gitmek istemezse o zaman bu duruma alışmaya başlamalıydı.
aslında zaten üç kişi olmak iki kişi olmaktan daha iyi olabilir ne zamandır senli benli oldukları diğeriyle oldukça can sıkıcı diyaloglar kurmaya başlamıştı şimdi bu üçüncü kendisini önemli biri gibi hissetmesini sağlıyordu. bahsedilen biri gibi, bahsedilmeye değer. evet bu halden hoşlanmıştı diğeri ne diyecekti bu duruma biraz endişeliydi. "sıcaktan olmalı tüm bunlar" diye düşündü akıllıca daha akıllıca düşünmeye zorluyordu kendini ama elinde değil üçüncü kişi tüm bu yaşantıları bir anlatıya çevirmekte ısrar ediyordu. bir zebani gibi tüm hayatını çalıp bir anlatıya çevirecekti. yaşanmamış anlatılmış "hayır, hayır! elbette böyle değil" dedi biraz rahatladı. koridordan bir parfüm kokusu geldi odaya, davet edilmemiş bir parfüm kokusu.. çicek kokularını ezelden beri sevmezdi. ağır, kadın kadın kokardı çicek kokulu parfümler belki bazı çicekler bu grubun içine girmemeli diye düşündü. giderek bu üçüncü kişiye alıştığını farketti kendinden böyle bahsedilmesi hoşuna gitmeye başlamıştı belki soğuk bişiler içmekten hoşlanırdı üçüncü kişi?

Cuma, Mayıs 19, 2006

havadan gelen suya gider

Çocukların meraba güle güle gibi başlangıç ve sonları rahatlatan sosyalleşme kelimelerine uzak olduklarını farketmişmiydiniz hiç? Öyle bişiler söyleyip sonra çekip gidebilirsiniz. Bugün mahallenin çocuklarıyla kediler köpekler vesaireler üzerine kısa yollu bir sohbete girmiş bulundum sonra artık gitme vaktim geldi dedi içimden bi ses fakat gitme vaktimi bu çocuklara nasıl bildireceğimi bilemedim.

"ee... öö... hadi görüşürüz çocuklaaaar!"
"............................" ( oralı bile değil fındık fareleri)

haa bu arada unutmadan laiklik elden gidiyor.
pencereden bağırıyor chp laik bla bla türk cumhuriyeti diye.. ne zaman kan kokusuna üşüşen köpek balığına döndüler başlangıçları hatırlamakta hep zorluk çekiyorum.

herhangi bir şeye uzun uzun bakınca sanırım uzay-mekanla olan bağı koptuğundan acaip bişiye dönüşüyor. mesela eller, uzun uzun bakınca ne manasız ne saçma ...beşe ayrılmış bir incir yaprağı gibi ki yine bir ara ayaklarıma bakıp marslı olduklarını düşündüğüm olmuştu.
herhangi bir nesneyle yakınlaştıkça - miyopik bir bakış açısı diyebilirmiyiz, evet öyle bir şey - yakını yakından göremiyoruz işte, uzaklaşmak lazım.
yakın uzaktan daha iyi görünür desem, bi biskrem versen.

Cuma, Mayıs 12, 2006

call me ishmael


"İshmael deyin bana. Bir kaç yıl önce - kaç yıl önce olduğu önemli değil - paramın azaldığı ya da hiç kalmadığı bir sırada, karada da beni ayrıca bağlayan hiçbir şey olmadığı için, biraz engine açılayım, bu dünyanın denizlerini şöyle bir göreyim dedim. Ben böyleyimdir; böyle bulurum sıkıntıdan kurtulmanın, uyuşan kanıma hız vermenin yolunu. baktım ki ağzımın tadı kaçmış, buruklaşmışım; baktım ki içime o soğuk kasım yağmurları çiseliyor, baktım ki durup dururken tabutçu dükkanlarının önüne dikilip kalıyorum ya da karşıma çıkan her cenaze alayının peşine takılıyorum; baktım ki içimi saran kasveti önleyemiyorum, o kadar ki, beni bazı ahlak ilkeleri durdurmasa, mahsus sokağa çıkarak, onun bunun şapkasını, bile bile başlarından kapıp yere atacağım - işte o zaman bir an önce denize açılmanın zamanı geldi derim kendi kendime. Tabancam, kurşunum budur benim. Cato, filozofça bir gösterişle kılıcının üstüne atar kendini. Bense sessiz sedasız bir gemiye binerim."

H. melville

Çarşamba, Mayıs 10, 2006

fantastik

İbrahim cevahir,
Bugün televizyonda kendisiyle tanışmış oldum bana daha çok fantastik bir karakter ismi gibi geliyordu meğer bir soyadıymış ancak memleket coğrafyasına yakışır bir fantastikliği de taşımıyor değil amca. Öncelikle sorulan soruları "neaa...! neaa...!" bile diyemeyen bir huzur evi yerleşimciymişcesine bertaraf ediişi var ki, deyme süpermen halt etmiş.
Efenim kendisi ne garip ki bir sosyal demokratmış, kalaycılıktan allahın yardımıyla işadamlığına kadar gelmiş. İlginç işte.
"Nasıl oldu cevahir bey bu yolculuk kalaycılıktan ...?"
"İnançla... allaha inanmakla ..."
Yüce allah bizim aileden esirgemiş yardımlarını, heralde diyorum benim gibi bir evlat doğuracaklarını elbette bildiğinden, yoksa kendi halinde inançlı insanlar bizimkiler de. Al sana bir suçluluk duygusu nedeni daha.
Devam edelim sosyal demokratmış cevahir amca CHP deymiş Atatürk'ten İnönü'ye olan aşkını şöyle bir anlattıktan sonra sosyal demokrat olduğunu tekrar tekrar anlatıyor. İşçinin, emekçinin son olarak da yetimin yanındaymış elbette tüyleri bitmiş ve bitmemiş olanları birbirinden ayırmış olduğunu düşünmüyoruz. Ancak nasıl olduysa sonra yolu ANAP'a düşmüş, Mesutcum çok ısrar etti diyor, ancak tabi ANAP’ın sosyal demokrat kanadını oluşturuyormuş sonraaa... her nasılsa AKP’ye düşmüş en son yolu şimdi de AKP’nin sosyal demokrat kanadını oluşturuyormuş. Voltranın kanat takımından cevahir amca, yolu hernereye düşse orda bir sosyal demokrat kanat oluşturuyor. Hatta hızını alamayıp Özal’ın da icraatları itibatiyle sosyal demokrat olduğunu söyleyiveriyor.
Şöyle bir düşündüm:
İyi bir politikacı- iş adamı- özet olarak, para babası olmak az kelam etmekten geçer, sorulan sorulara cevap vermemekten elma ile armutu toplamaktan geçer.

Salı, Mayıs 09, 2006

dia log


insan kendi kendine süper kahraman olur mu?
nerden baksan bu hayatın bir süper kahramana ihtiyacı var,
nükleik ortamlara maruz kalmış bir fil, süper fil
" o selpakta çalışıyo ama"
" doğru dedin, çok para ister o"
" hem süper kahraman bi fil evde su bırakmaz. bi daha düşünmeli"
" doğru, daha makul bi nükleik ortam mağduru bulmalı"
" hımm..."
" bütçeyi sarsmayacak kahramanlıklar olsun, belimizi doğrultucak kadar"
" elimizde bi sisyphos var"

Pazartesi, Mayıs 08, 2006

mukavvv a.


zaman zaman beynimin mukavvaya dönüştüğünden şüpheleniyordum sevgili çakıl ,tam kırk kere şüphelendim ve işte gerçek oldu,bu da dokudan bir kesit... yine de çok umutsuz değilim,oluklu mukavvanın geri dönüşümü var bildiğim kadarıyla; sadece ne kadar geri onu bilemiyorum..

six feet under

bazen, ama herzaman değil, belki de iyiki herzaman değil,
şimdi olduğum ruh hali içinde tarif etmeyi pek beceremiyeceğim bir şekilde kapılar açık kalıpta cereyan yaptığından çarpılırsınız.
iki kere iki gibi, beş kere yedi yada tam tersi
dünya babalarına benzememeye çalışan çocukların babalarına benzemesiyle
annelerine benzememeye çalışan kızların
açık kapılarının cereyanında salınarak eni sonu annelerine benzemesiyle dönüyor.
-pıst! barmen bana bi kadeh şarap, kırmızı olsun. adetim değil barda şarap içmek ama mademki adetleri bozmak istiyoruz. dünya dönerken bir kaç saniye durdu bu gece. ki anlayalım niye dönüyormuş.

üç beş yaşlarında bir çocuk adını şimdi hatırlamıyorum, tombulca herkesin yanaklarını sıkıştırmak isteyeceği gürbüz bir çocuktu. kendi etrafında dönmeden önce:
"herkes bi yerlere tutunsun!" diye bağırdı.
sonra kendi etrafında dönmeye başladı bizim tutunmamıza gerek yoktu oysa düşecek olan kendisiydi. sanırım o da babasına benzemiştir, artık sadece kendi gözleriyle görmüyordur dünyayı.

Pazar, Mayıs 07, 2006

bir bilmecem var çocuklar...

az söz söyleyerek uzun yolcuklara vesile lpg'li taxi, bilin bakalım ne?

" bir koru rüzgarlandı gögüs boşluğumuzda sanki "

Cumartesi, Mayıs 06, 2006

mutsuzluktan mutluluk öğrenilir mi?

anneler ve babalar kendi mutsuzluklarının faturasını sizin hayatınızda ödemeye çalışırlar.
bir çocuk annenin bedeninden kopup baba ocağına düştüğündeki ilk ağlamasıyla bir saha oluşturur, artık nasıl mutlu olunacağını kendi mutsuzluğunda öğrenen anne baba için.
soruyu sorup cevap vermeden gidiyorum: mutsuzluktan mutluluk öğrenilir mi?

Pazartesi, Mayıs 01, 2006

hayat tekrarları sever


1.50 boylarında küçücük bi kadın girdi içeri. çekingen adımlarla. ne kadar güvensiz bakıyor bana. kırılgan bi sesi var. küçücük bi kadın sesi de küçük.
"buyrun şöyle oturabilirsiniz"
kızı yanlış düşünmüş, aslında çok istemiş onun doğmasını hatta doktora gitmiş günlerce çok seviyormuş kızını. bir tek flörte karşıymış. yalan söylemiş kızı çok üzülmüş. ablası istedi diye doğduğunu düşünmüş kızı oysa çok yanlışmış, isteyerek doğurmuş cansu'yu.
"ablası BAL'da okudu, ders yönünden hiç şikayetimiz olmadı".
ablası daha akıllı. annesinin ablasını daha çok sevdiğini düşünmüş cansu.
"cansunun uydurmaları işte" onaylasam ah bi onaylasam onu uydurmuş işte desek.
o kadar özenli ki kelimeleri seçerken, çok güvensiz. alışık değil, bir yabancıyla böylesine konuşmaya. iyi bir intiba da bırakmak istiyor belli ki. ama işte girdiği ilk andan kızının adını andığından beri saydam gözleri. bir su perdesi var gözlerinde onun ardından konuşuyor. acaba yaşlılıktan mı böyle gözleri. ne kadar güvensiz. akvaryum gibi gözleri kapalı ve sulu. gözleri de sesine benziyor.
"ben 1953 doğumluyum, bizim zamanımızda ...." annemden daha yaşlı, annemin de gözleri böyle akvaryum olur bazı bazı.
"seni doğuracağıma taş doğursaydım." yorulmuş belli, ondan belki çıkmış ağzından bu sözler.
ben pek konuşmam diyor, küsermiş kırılınca konuşmazmış. bu aralar daha çok sinirlerini kontrol edememeye başlamış.
"küserim ben genelde" gülümsüyor bana.
"sabah kalkıp onlara kahvaltı hazırlamam" yine akvaryum oldu işte gözleri. küsünce kahvaltı hazırlamıyor.
ablası varmış, dersleri hep çok iyiymiş ablasının. ablası "Fen Lisesinde ingilizce öğretmeni". "babannem en çok ablamı severdi" gezmeye götürürmüş babannesi ablasını
"uzun süre gelmezlerdi"
ablası demişki " daha önce hiç söylememiştin" gülümsedi.
"pek söylemiyorum işte"
" ama hala kırgınsınız..." şimdi akvaryum taşıcak
" kırgın... değilim...üzgünüm..." bir şey arıyor odada, kurtarsın onu bu akvaryum taşmasın.
"babannemi çok severdim." gülümsüyoruz.
evet severdi, onaylıyorum onu içimden. babannenizi severdiniz. cansu annesini severdi.
" ben vaktinizi aldım........" gidiyor.
bir yabancının önünde ağlayamaz. gitmeli kapıya doğru ne kadarda küçük bir kadın. kalçaları genişlemiş, gençken güzelmiş belli. alımlı bir yüzü var. arkasını döndü şimdi kapıdan titrek adımlarıyla kayboldu.

hayat tekrarları sever!