Cuma, Mart 31, 2006

bir kim beş ne?

bütün sokaklarım kime, neye, nasıl, niçin doğru ?!!

Çarşamba, Mart 29, 2006

süngerlere dairdir...

"iki kere intihar fikri. ikincisinde, hala denize bakarken, şakaklarımda ürkütücü bir yanık hissi. insanın kendini nasıl öldürdüğünü şimdi anlıyorum. yine sohbet, laf çok ama söylenen az. karanlıkta yukarı güverteye tırmanıyor, çalışmamla ilgili bazı kararlar verdikten sonra günü deniz, ay ve yıldızların karşısında bitiriyorum. su yüzeyi hafiften ışıltılı ama derindeki karanlığı hissediyorsunuz. işte deniz bu ve ben bunun için denizi seviyorum! yaşama çağrı, ölüme davetiye."
a. camus

zor becerir insan hem sahici, hem dalgacı hem de dokunaklı olmayı. doğrumudur bilmem ama camus'da en az bir jules verne, bir kaç çizgi roman ve -işte bundan hiç emin değilim- kemalettin tuğcu okumuştur diyorum ben kendi kendime. seni bilmem camuscum ama bendeniz okudum, üçüne de bulaştım.
nerde çöpe atılmış bir bulaşık süngeri görsem içim parçalanır sen onca bulaşıkla cebelleş bulaş dur sana kalan birmilyoncuk bakteriyle bir çöpte sonlanıver. olacak iş mi. işte bana bulaşık süngerlerini düşündürten çizgi romanlardır, bulaşık süngerlerinin hayatına içlenmemi sağlayansa kesin kemalattin tuğcudur, jules verne napıyor peki o da çöpe eğilip bulaşık süngerini mıncıklamamı sağlıyor. peki sınavdan kaç alıyorum? otur sıfır!

güneş tutması


geceden "taş gibi yatayım kuş gibi kalkayım" diyerek uyumuş fakat taş gibi yatamadığımdan belki kuş gibi de kalkamamıştım. uyandığımda lüzumsuz bir sinir harbindeydim, savaşı kaybetmiyecektim hayır
"ordular ilk hedefinizzz ordunun dereleri..."
güneş tutar, tutulur ve tutturulur dostlarım. ben ve ordularım güneş diye tutturanlardanız.
"güneş girmeyen eve ordu girer"

sevgili dostlarım ve ordularım! ikinci sinir harbi karşı grupların mukavemetinin artması ve güneşin tutukluk göstermesi nedeniyle belirsiz bir tarihe ertelenmiştir. o gün geldiğinde harbimize kaldığımız yerden devam edeceğiz, ordunun derelerinden. ve inanıyorum ki bizler bu ordunun derelerini ve bilmem nerelerini yukarı akıtacağız.
dostlarım güneşin ihsanı üzerinize olsun.

Salı, Mart 28, 2006

dostum dostsun tost

dost dost diye nice yiğitleri hazmetmişliğim var ki ondan yazıyorum. sodanın içine bol limon sıkıp içmeyi deneyin. aksi halde fena gaz yapıyor bu dost milleti. çek ordan bana az yağlı bir dost...

afiyet olsun...

yedik onu biz..

yani ey cemaat; dostunu yeme temayülü içindeki bir zihinle arkadaşlık seyrinde iseniz, gün gelip de "hoca nooldu, burcu nerde?" diyen bir di-ger arkadaşınızın "yedik onu biss.. güzel de kitaplar okumuş geçende walla, iyi geldi ohh! " şeklinde bir yanıtla karşılaşması caiz midir? her kim ki dostunu arkadaşını yemeye kalkışır ki o kişi bizden değildir. ayıptır günahtır..

dostumu yedim, bekliyorum.

zannediyorsunuz ki geyik yapıyorum. hayır efendiler, HAYIR! bilmezmisiniz ki ademoğlu dostlarıyla beslenir dostlarıyla doyar, dostlarını içer, dostlarını kusar. ve şanslı olanlar dostlarıyla bekler.

Pazartesi, Mart 27, 2006

kendi aranda konuşma!

kendi aramda konuşma eğilimi mi ilk gören ilkokul öğretmenim olmalı
ama bunu destekleme yanlısı değildi ne vakit kendi kendimle koyulmuşuz sohbete hem asla tahmin edemeyeceğim bir sağdan ya da yine tahmin edilmez bir soldan ve tahmin edersiniz ki illaki tahmin edilmez olacak olan başka bir yerden yükselir bir ses "ken-di-a-ran-da ko-nuş-ma!" bu cümledeki japon aksanını o zamanlar farketmemiştim. bu ses duyulur duyulmaz haç görmüş vampir gibiyim kendi kendime.