Perşembe, Temmuz 22, 2010

zeliha teyze

"Zeliha Teyze'nin içindeki fırtınanın tek şahidi allah. mesele onun varlığına inanmaması"*

bu cümleyi okuyup saatlerce ağlayabilirim. bu iki cümlenin bir şarkısı olmalı. net bir yalnızlık, tüm vergileri onu bunu düştüğünde kalan baki yalnızlık. bir tek allah biliyor onu da "kim"se bilmiyor.

bir roman kahramanı olmamanın en kötü tarafı bilici bir yazarın ortalıkta olmaması. roman kahramanının tüm roman boyunca yazar tarafından dikizlenen iç görü- sezgi ve kavrayışlarına yazar tarafından eklenen o bilgiççe "x ............. gibi bir hisse kapıldı bunun imkansız olduğunu biliyordu." "kafasından uzaklaştırdığı ..................... düşünceleri ne kadar uzaklaştırmış da olsa başına ne geleceğini biliyordu." kahramanın kendi kaderini bildiğine dair cümleleri. evet hayatımızda bir yazarın müneccimliği eksik. zihnimin içinde dönüp duran kuyrukları birbirine dolanmış onlarca düşüncenin hiçbirisinin arkasında duran böyle emin bir cümle yok.

bilemiyorum, hiç bir bok bilemiyorum.

bir tanrının varlığı hepimizi yazılmış bir romanın kahramanına dönüştürür, içinde romanların yazıldığı bir romanın kahramanına...

* emin değilim Oğullar ve Rencide Ruhlar'dan sanırım

kazananlar için ağıt

iyiler kazan mıyor!
çocukları yalanlarla büyütüyoruz. nerede sevimli bir yalan var, küçük bir çocuk suratında kocaman bir gülümsemeyle "ne muhteşem bir şey bu" dercesine koca gözleriyle izliyor onu. büyümeye direnenlerse devrilen her yılda elinde giderek azalan gerçeklerle başbaşa kalıyor, yeni bir yıl elinde kalan bir diğer gerçeği yalan yapana kadar.

dünya tarihi kazanan kötüler ve kaybeden iyilerle doluyken bunca yazın, çizim... sürekli haksızlığa uğramış insanlarla atıyor kalbim, daha varoluşumun ilk yıllarında yanlış yerde konuşlanmışım işte. kaybedenlerin tarihi... uygunsuzluğun ...

komik olan şu ki; bu gerçekten komik, çocukluğumun mahallesi canlanıyor gözümde, bir bakkal... serin bir gün gibi. insanların dünya barışını nasıl temin edeceklerine dair hiçbir teorinin sahip olmadığı bir naiflikle, bir projeyi tek tek yerleştiriyorum kafamda, elimde ekmek bakkaldan eve doğru ilerlerken. herşey o kadar basitti ki! yetişkinler nasıl da görmez di! biraz büyümek gerekti tüm bunları yapmak için. neden bir çocuğun aklından bunlar geçer?

bu kadar yılı devirmiş olmama rağmen dünya hala boktan bir yer ve ben sanki o çocuktan kurtulamıyorum. ahmakça bir romantizm ve ahmakça bir cesaretsizlikle büyüyemiyorum! "netçeniz bana kötüler?" diye sorsam, manasızca belki güleriz biraz.