Cuma, Nisan 28, 2006

aşk tesadüfleri sever

aşk'ın beyanatı: "sevmezmiyim beaa! sevmezmiyim uleeen! yirim!"

dinledim albümü sonunda. hiç bi albüme vermediğim bi kıymetle sözlere tek tek bakarak "kim yazmış bunun sözünü","bu hangi parçaydı yau.." derken "anaa! bu temple of the king mi? aa!" dierek dierek sek sek sekerek dinledim. nitekim sevdim baştan sona. duygusal olarak müslüm gürses'e yatkınlığım zaten malum.

diyorum ki böyle farklı olanın biraradalığı neredeyse muhteşem birşey. mesela klasik müzikle jazz'ın birlikteliği, sonraaa.. arabeskle rock'ın, etnik olanla modernin, doğu ile batının, kuzey ile güneyin... uyumsuzluğun uyumu denilebilir mi acaba buna. aslında ben dedim bile. takım elbise altına spor ayakkabı giymek gibi bir uyum benim dediğim yeşille kırmızı gibi. yau çok güzel işte.

Çarşamba, Nisan 26, 2006

içlibo

küçükken babamın ota boka gözlerinin sulanmasına bir anlam veremezdim. iyice yaşlandı bu adam derdim. bok yemişim ben. meğer neler geçiyormuş aklından adamın...ah ulan ahhhh....

tatlıses olmayan ibo esenlikler diler.

Perşembe, Nisan 20, 2006

havadan sudan

yağamayan yağmurun iç sıkıntısı var bugün havada.
ne çok şey düşündüm yazarım çizerim diye gel gör ki yine unuttum. bi unutmasaydım ben bu otobüs duraklarında, minibüslerde düşündüklerimi bugün burada sizlere değil dünya edebiyat takipçilerine yazıyor olurdum ulan. kayacım brüüst dediğini duyar gibiyim, ama duymamazlıktan geliyorum.
ne ise müslüm gürses albüm yapmış ya, dün bir kaç yerde rastgeldim müslüm abimize. alsancakta, konakta "noluyo yau müslüm baba" dedim "birini mi arıyorsun"? "arayan" dedi "mevlasınıda bulur belasını da." ve imalı imalı baktı ne demek istediği hakkında hala düşünüyorum. lan yoksaa!
demem o ki, benim bu adamı sevmeye başlamamın tarihini ubik iyi bilir, mersin'de bi gece vakti uyanıp televizyonu açtığımda trt 1'de bir konserini izlemiştim öyle takıldım, giderek keyif aldım. en son konseri izleyenlerle beraber bis için alkış tutuyordum. sonra dolapta bir iki miller vardı onlarla beraber the cure dinlemeye devam ettim watching me fall derken robert (enseye tokatız) "aha!" dedim "işte bu!". müslüm ile the cure arasındaki ilişki gün gibi meydandaydı ikiside canımı yakıyor ama yakmıyormuş gibi yapıyordu. devasını arayan belasını bulur gibiydi ikiside ama emin değilim bu cümleden belki biraz daha düşünülmeli. "hah!" işte o zaman hatırlar mısınız ubikcim sizinle bu görüşlerimi paylaşmıştım. o gün ne içtim be arkadaş, bir başıma mersinin hamam böceği imalatı yapan nemli sıcağında. hahaha dediğinizi duyar gibiyim içtim olm 3 tane filan alla alla!
bugünlerde tekrar tekrar karşılaşıyorum işte müslüm gürses'le "neden seviyom lan ben bu adam" diyorum. öyle doğrudan ki bu adam, sanki silahsız gibi. mesela ibo'yu düşünün (sana demiyom tatlıses olanına) adam bütün cahilliğini, kabalığını, bilmezliğini siper almiş kendine bundan utanmıyor ve silah gibi taşıyor üstünde. daha da bi abartılı konuşuyor daha kaba oluyor. ama müslüm baba öyle mi ya, değil. adamın üstünde bi utangaçlık var yanlış yapmaktan korkar bi hal, her lafının sonunda etrafına bir bakıyor onay istiyor tamam baba yanlış söylemedin desinler istiyor o bakış. şimdi aynı sahnede ibo ile murathan mungan'ı bi daha düşünün tüm cahilliğiyle sidik yarıştıracaktır ibo. urfada oxford vardı da diyecektir, oxford olmamasına üzüldüğünden değil kendi varoluşuna en ufak bir eleştiri kabul etmediğinden.
"efendime söyleyeyim" diye başlıyor "deymi yau" die bitiyor sözünü müslüm baba. utangaçlığı, söz söylemeyi bilmezliğini devşirmeden doğrudan yaşıyor.
bir müslüm baba gülüşüyle bitirmek isterim bugünkü havadan sudan raporumu, ama yazı dilinde bi efekt yapamadım ben bu gülüşe bi el atın.

Pazartesi, Nisan 10, 2006

kurabiyeler ve ısrarcı canavarlara dairdir...

Kurabiye canavarını hala daha sevmemin nedeni asla kurabiyeler değil kurabiyelere olan tutkusu. İsterseniz hemen kurabiye canavarının hayatından bir örnekle açıklayalım:
Kurabiye canavarının yolu bir gün yanlışlıkla kütüphaneye düşer, kütüphane görevlisine döner ve “e ben bir kurabiye bir bardak da süt istiyorum” şaşkın görevli bu tüylü ve garip yaratığa bakarak didaktik ve küçümser bir tonla şöyle der, “burası bir kütüphane burada yalnızca kitaplar bulunur” bu sefer şaşırma sırası kurabiye canavarında “ hımm.. e.. o zaman bana bir bardak ılık süt ve bir kurabiye” giderek sinirlenmeye başlayan görevli “burada kurabiye bulunmaz, asla asla kurabiye yok sadece kitaplar var!” der, kurabiye canavarı etrafına şöyle bir bakar ve bu sefer sakinliğini hiç bozmadan “ ee.. öyleyse bana bir kurabiye bir bardakta süt” …. çocukların dünyasına ait bu hikayede vermeyenin iki yüzü karalarından olan görevlinin sonu yetişkin didaktik haliyle çıldırmaktır.
İşte böyle olmalı insan hayat karşısında ne istediğini bilmeli. Görevliler ne derse desin,
“ o zaman bana bir bardak ılık süt veee başka bir dünya lütfen”
“…?!”
“peki öyleyse bir bardak süt ve başka türlü bir şey istiyorum ben”
nerde olduğuna bakmaksızın bilmeli ne istediğini, ısrar etmeli vermeyenlerin ikiyüzlülüğünü çıkarmalı ortaya.
Hayat ısrar ettikçe var!

Perşembe, Nisan 06, 2006

kaybolan eşeği bulduran hutbe

4.3.2006 tarihinden önce tezli/tezsiz lisansüstü öğrenime (tezli olanlar bakımından tez dönemi dâhil) devam eden öğretmenleri kapsamak kaydıyla;
a) Zorunlu çalışma yükümlülüğü öngörülen illerde görevli iken, öğrenim durumu özründen 1 inci Hizmet Bölgesi illerine görev yerleri değiştirilenlerin,
b) 4.3.2006 tarihinden önce, yer değiştirme dönemlerinde, lisansüstü öğrenim yapmaları nedeniyle zorunlu çalışma yükümlülükleri ertelenenlerin,
c) 1 inci Hizmet Bölgesi İllerinde 3 yıllık çalışma süresini doldurmaları nedeniyle 2006 yer değiştirme döneminde zorunlu çalışma yükümlülüğüne tabi tutulacaklardan (D ve E sınıfı ilçelerde görev yapanlar hariç)halen lisansüstü eğitime devam edenlerin,
zorunlu çalışma yükümlülükleri yüksek lisans veya doktora öğrenimlerini tamamlayıncaya kadar ertelenecektir.

şu bir paragrafcık yazı bir ay öncesinde başımdan aşşağı dökülen kaynarsulara buz kompresi yapmış bir edebi şahaserdir. bakın siz o a, b, c, d lere bu ne biçim duyarlılığı, bu ne özü kendinde saklılık. tarihin en nadide kurtuluş ve zaferini müjdeleyen bu zat-ı şahane .... ay daha fazla konuşamiciğim yirim ben bu yazıyı.

hey gidi gençlik

sene bindokuzyüzyetmişiki... deli zamanlarımız...

özlüyorum bazen.

Salı, Nisan 04, 2006

miras 2

asya ile avrupa arasında köprü
üç yanı denizlerle çevrili bir karanın dört bir yanını kaplamış ahmak sürüsü
bir kaç darbe
bir tekme tokat
kırılıp yen içinde kalmış bir kaç kol
ezan sesine karışmış aldım verdim ben seni yendim
yer yer basılması gereken bir düğme
dört yanı çevirmiş düşman
okyanus ötesi bir dost postlu akbaba
binlerce kefensiz yatan
binlerce meçhule kıdem basan
bir bana dokunmayan yılan
yakılmış bir kaç köy
boğazı kesilmiş bir kaç türkü
bir dikkat bir hazırol bi dolu saygı duruşu
bir dil, bir ayak sesi
bir cahil cesareti
...............

atalarınızdan size kalmıştır, teslim için imza:....................

Pazartesi, Nisan 03, 2006

miras

bir kaç yalancı bahar sokağı
orda bir yerde olduğuna emin olamadığımız bir köy
kavgalı gürültülü mevsim sonları belkide başları
çelik bir kadın bileği
önce bahar yelli sonra eğik bir erkek başı
kıyılarını döven bir deniz
denize dökülen bir kara
güneşi sıvayan bir balçık
bataklık yanı bir klübe
son olarak becerilememiş bir hayat.

teslim için imza:...............................

Cumartesi, Nisan 01, 2006

açık lama


ey çakıltaşı
sanıyormusun ki rahat verilecek sana bir asfalt kenarında
gün yüzü gösterilecek
koskoca devlerin parçalarından arta kalan sen sanıyormusun ki bu huzurlu huzursuz konaklamanda
bir tekmeyle
bir kazayla
bir sokak köpeği sidiğiyle karşılaşmayasın
tembeliğinin dibinde başka bir parçalanmayı bekleyesin
hayır!

Çakıltaşlarına Gün Yüzü Göstermeyen Dünyanın Hali Derneği'nin 2006 bahar açıklamasından alıntıdır.