Cuma, Ekim 19, 2007

of püf fff ...

yılın ilk ufak çaplı hastalığı ile karşı karşıyayım her zamanki gibi yeterince ciddiye almazsam gider mentalitesiyle hareket edecektim ki ... neyse olmadı çünkü boğazım haddinden fazla acıyo bi de öksürük eşlik ediyo, sık aralıklarla "öhö öhöm" gibi bişi yapmak zorunda kalıyorum, filmlerdeki "şş dikkatli olun" ünlemi gibi bişi oluyo. yani böyle adam akıllı bi öksürük bile değil ama böylesi daha fenaymış, sürekli kaşınıyo boğazım çok fena çok. iş bu sebeple bugün toplantıya gitmeyip evimde dinlenmeyi uygun gördüm.

metüst diyor ki; düşünmek insanın kendikendisiyle röportaj yapmasıdır, kendi aranda konuşma durumuna ne kadar benziyor değil mi? bu adamla genelde aynı fikirde oluyoruz ama benim için biraz yaşlı :)

zaman zaman hatta çoğu zaman of diyorum offfff ne ufak tefek minik minnacık, önemsiz meselelerle meşgulüm, meşgulüz, şöyle ulvi erdemli mühim bişiyle ilgilenmek ne iyi olurdu. bu aralar böyle bir önemsemezlik halindeyim, etrafımda olan biteni, gelip gideni gitmeyeni... böyle bir manasızlık bulutu içerisinden çeşitli aksiyonlar akıp gidiyor neyi neden yaptığıma dair hiç bi fikrim yok ya da "yapmasam nolur yapsaam nolur amaaaaan..." gibi bir haleti ruhiye...

garip bi rüya ile uyandım bugün, bizim eski apartmandaydım ve yukarı çıkıyordum merdivenleri çok garipti zaman zaman düz olan merdivenler en beklenmedik anda ya da en tehlikeli yerde döne döne inen merdivenlere dönüşüyordu, çıkarken kolaydı bi nebze ama inerken birden boşluklarla karşılaşmak filan mümkündü ortamın aydınlık olmadığını da belirtmeliyim. kendi dairemizi mi arıyordum başka birine mi gidicektim emin değilim ama yukarı doğru çıkarken burası şunların evi, burası bunların evi gibi şeyler düşünüyordum. bir süre sonra aşağı inmeye karar verdim nedenini hatırlamıyorum, fakat inmek çok zordu. merdivenler arasında öyle boşluklar vardı ki aşağı düşme ihtimali çok yüksekti, sonra kim olduğunu şimdi hatırlamadığım biri "niye yürüdünüz ki asansörle çıksaydınız" dedi. sonra apartmanda asansör olduğu için merdivenlerin böyle gelişigüzel yapıldığını anladım ( haa ondanmış bu diyerek). ve adamında yardımıyla asansörün olduğu yere geçtim ama bu da hayli zor ve tehlikeliydi aşağı düştüm düşücem gibi durumlar söz konusu oldu filan derken yanımda biri daha bitiverdi bu sefer yalnız omamaya başladım asansörün kapısına geldiğimde uyandım galiba.

neyse diyeceğim o ki her şey boş, başım bir hoş.

Çarşamba, Ekim 17, 2007

beni bu havalar mahvetti

havalar soğumaya başladı ve ben tekrar soğuktan ne kadar hoşlanmadığımı hatırladım. evet ben kalın giysilerin insanı değilim, kat kat giyinmelerin... lahanayı bile sevmem ( gerçi en son bi asya usulü salatasını yemiştim o güzeldi bak) üşümekten hoşlanmıyorum, burnumun ayaklarımın mütemadiyen ha üşüdüm ha üşücem pozisyonunda olmasından. ve şimdi kışın habercisi bu havalar benim havalar değil. bu minvalde küresel ısınmanın orta kuşağın ısı derecesini yükselticek olması ayaklarım gelecek üşümelerin sıkıntısını çekme alametleri gösterirken hiç dert değil.

Pazartesi, Ekim 08, 2007

şöyle bir atasözü var mı yoksa ben de bir ata sayarak kendimi gelecek kuşaklara bir öğüt vermek istiyorum, çocukla çocuk, büyükle büyük öküzle öküz olacaksın

Pazar, Ekim 07, 2007

aşk meşk ...

bugün yine kafa yorma gereksinimi duydum ah bilemezsiniz hepsini yazıya dökebilecekmiyim ama ne süper şeyler düşündüm bir kayıt cihazı olmalı zihnimde ... belki de hepsi yalan hiç bişi düşünmedim şimdi kafa buluyorum sevgili okuyucum dediğim okuyucuyla, yani ne idiğü belirsiz yaratığımla.

her neyse bugün yine güzel bir film izledim önce sinemeyla ilgili bir tanımlama zinciri başladı zihnimde, bir koru havalandı göğsümde, sonra aşka geldi mevzu, başladım ıncık cıncık ilerlemeye, her zamanki gibi dünyayı aşk kurtacak sonlu bir potpori, ama insanın gözleri sulanmıyor mu sulanıyor. jung geldi sonra aklıma, bu aşk meselesi de atalarımızdan bize aktarılan bişe olsa gerek, yani aşk olmasa ne bok yiyecektik bilemiyorum siz biliyor musunuz? aşksız bir film bir edebiyat, bir beste var mı? son 20 - 30 yılın bilim kurgularında dünyaya başka bir gezegenden gelmiş üstün varlıkların eksikliğini hissettikleri şey nedense aşktır. tamam dünya boktan bir yerdir, biz insanlar hayli salağızdır, savaşırız bin türlü pisliğe bulaşırız ama işte bir şekilde dünyayı hala güzel yapan ve kimbilir hangi gezegenin hijeninden dünyamıza düşmüş o varlıkta sırf bu aşk mereti yüzünden dünyayı sevilesi, mülteci olunası, yerleşilesi çoluk çocuğa karışılası bir yer olarak bulur. sonra dünya ki, genellikle o dünya denilen yer de abd sınırlarından oluşur, yok olma tehlikesiyle karşılaşır ki birden aşık bir çiftin sevgisi ilen dünya tüm kötülüklerden kurtulur güllük gülistanlık olur, hatta bu tehdit dünya dışı mistik yaratıklardan kaynaklı dahi olsa dahi sevginin aşkın gücü bizi kurtarır vıtr kırt...

yani bir türlü paçamızı sıyıramadığımız bir şey bu, tarif etmekte zorlanıyorum beylik laflar etme gönüllüsü de olmadığımdan mütevazi takılıp bir şey diyorum. farkında mısınız bilmem ama dine yakın bir tarifi var aşkın, kaldı ki pek çok din gönüllüsüde tanrıya olan aşklarıyla tariflemişler yaşam yollarını, illaki bir aşk var. dine yakın diyorum çünkü, bir bilinemezlik bir rasyo(ratio)dan uzaklaşma, bir tarifsizlik aşk. o yüzden hep mistizme daha yakın. biraz aptallaşmak gerek işte, toplama çıkarma yapıldığında olmuyor olamıyor.
yani diyeceğim o ki aşk olmasa ne yapacaktık biz insanoğlu, tanrıyı da öldürmüşken ihtiyacımız olan mistizmi aşktan başka ne karşılayabilirdi?

woody allen'ın love and death'inden bir alıntıyla bu gevezeliğe bir son verelim:

"Aşk, acı çekmektir. Acı çekmemek için insan aşık olmamalı. Ama aşık
olmadığın için de acı çekersin. Yani, aşık olmak acı çekmektir. Ama aşık olmamak da acı çekmektir. Acı, acı çekmektir. Aşık olunca mutlu olursun. Acı çekince mutlu olursun ama açı çekmek insanı mutsuz eder. Bu durumda, mutsuz olmak için insan sevmeli ya da acı çekmek için sevmeli ya da çok fazla mutluluktan acı çekmeli. "

Çarşamba, Ekim 03, 2007

bir vardım bir yoktum,
yinede başımıza gelen bütün bu şeyler dünyada olmamaktan daha mı iyi?