Pazar, Ekim 15, 2006

the ballad of the reading gaol

Yet each man kills the thing he loves
By each let this be heard,
Some do it with a bitter look,
Some with a flattering word,
The coward does it with a kiss,
The brave man with a sword!
Some kill their love when they are young,
And some when they are old;
Some strangle with the hands of Lust,
Some with the hands of Gold:
The kindest use a knife, because
The dead so soon grow cold.
Some love too little, some too long,
Some sell, and others buy;
Some do the deed with many tears,
And some without a sigh:
For each man kills the thing he loves,
Yet each man does not die.
Oscar Wilde

ingilizcesinin çok güzel bi ezgisi var ama şimdi anlamına daha bi hakim olabilmek için türkçesi:

Her insan öldürür gene de sevdiğini
Bu böyle bilinsin herkes tarafından,
Kiminin ters bakışından gelir ölüm,
Kiminin iltifatından,
Korkağın öpücüğünden,
Cesurun kılıcından!
Kimisi aşkını gençlikte öldürür,
Yaşını başını almışken kimi;
Biri Şehvet'in elleriyle boğazlar,
Birinin altındır elleri,
Yumuşak kalpli bıçak kullanır
Çünkü ceset soğur hemen.
Kimi pek az sever, kimi derinden,
Biri müşteridir, diğeri satıcı;
Kimi vardır, gözyaşlarıyla bitirir işi,
Kiminden ne bir ah, ne bir figan:
Çünkü her insan öldürür sevdiğini,
Gene de ölmez insan.

burda dursun bu arada sırada gelip okuycam. şiirin tamamı da bu linkten bulunabilir.
http://epigraf.fisek.com.tr/index.php?num=410

Cumartesi, Ekim 14, 2006

when i was child ...

sıcak bir gün olduğunu hatırlıyorum, evin önündeki erik ağacının altında, ki inanın o ağaca çıkma hakkı ve üzerindeki eriklerle ilgili dünya tarihinde olduğundan daha çok savaş yapılmıştır komşu çocuklarıyla. işte ben o ağacın altında gözlerimi kapatmış birini çağırıyordum, sadece yeterince çağırırsam geleceğine inanıyordum. bazen dikkatim dağılıyordu yani tam onu tam olarak çağırmaya konsantre olmuşken biraz önce kırdığım tabağın kalıntılarını iyice saklayıp saklamadığımı düşünmeye başlıyordum, annem geldiğinde kırdığımı görürse ... neyse neyse evet şimdi tekrar konsantre olalım, tabi bu esnada henüz 6-7 yaşlarında bir çocuğun aklından geçebilecek ve tabi geçmeyecek bir sürü şey geçip duruyordu zihnimden, diğer yandan da telepatik olarak onu çağırıyordum. çağırıyordum... çağırıyordum... hem ona bir süprizim bile olabilirdi evet ona söyleyecek şeylerim vardı, hemen gelmeliydi, yoksa bana karşı mı geliyordu hemen buraya gel diyorum sana!! lütfen gel! yani gelirsen çok sevinirim.. gibi çeşitli üsluplar kullanarak çağırdım çağırdıım ... bunların çok zaman aldığını sanıyorsunuz değil mi, aslında pek değil bir çocuğun zihinsel hızının bizlerden daha iyi olduğunu o zamanki benle karşılaştırdığımda dahi görebiliyorum dolayısıyla tüm bunların aklımdan gelip geçmesi 15-20 dk bulmaz. sonra gözlerimi açtığımda miyyv die bana doğru ilerleyen tekir kedimi gördüm, gelmişti! biliyordum!
ama işte tarihimdeki bu yanlış öğrenme bana tahmin ettiğimden daha fazlasına mal oldu. olur da daha...
tekiri onun için evden aşırdığım peynirle beslerken bi yandanda yine telepatik olarak konuşmaya devam ediyoruz:
" geç kaldın biraz nooldu?"
"çatı katını biliyorsun ordan çıkmam zor oldu, hem çok gürültülü sesini duymak zor oluyor tam kapıdan çıktım seni duydum koşa koşa geldim"
o günlerde bunları birine anlatıyor olsaydım bir çocuk psikoloğuyla tanışmak için üniversite zamanını beklemem gerekmiyecekti.
bu kedinin bir adı yoktu, tekir dememe bakmayın o yaşlardan sonra kedi cinslerine dair bilgimin artışı ile ilgili bir tanımlama bu. onu ben bulmuştum, küçüktü. sonra komşunun çatı katına çıkarıp bir yuva yapmıştık. bu yuva yapma işlerine mahallenin tüm çocukları katılır ama yinede kedi ya da köpek bir kişinin olur. bilirsiniz yemek götüren o olur, kucağında taşıyan, evden battaniyeleri götürdüğü için dayak yiyen bir kişidir ve o kişi bendim. ama bi ismi yoktu, sadece "var"dı. ona hiç seslendiğimi hatırlamıyorum... belkide hafızamın aldatmacası kimbilir...
ben onu çağırmıştım hiç kelime kullanmadan ve o gelmişti, biliyordum geleceğini demiştim bende içimden... o da bana miyyv demişti. kısa ve net!
sonra çok fena bitlendim, uzun bi süre annemin karantinasından çıkamadığımdan isimsiz kedimi büyüdüğünde göremedim bizim mahalleyi terketmişti sanırım, ben bi kaç kez daha o ağacın altında bekleyip onu çağırdım ama kimse gelmedi... biliyordum.

Pazartesi, Ekim 09, 2006

kendi kendisi kendisinde de şizofrenik sohbetler bölüm bir

kendimi de bi köşede sıkıştırdım ee.. anlat bakalım diyorum görüşmeyeli...

- şöyle genişce yumuşakca rahat bir koltuk olsun da bilgisayar kullanıcılığının asri etkilerini sırtımdan uzak tutabileyim,
- bedeninle bu kadar haşır neşirsin demek son günlerde hı?
- değilim ki ağrıyor, cümleleri kesinleştirmekte üstüne yok. aynı zihinden beslendiğimize göre benim de eksiğim olmamalı.
- burada gülebiliriz birlikte keh keh gibi belki hıncal uluç'u taklit edip.
- düşündümde ben bu değerli gibi gülmeyi pek beceremiyorum bu tür durumlarda burundan çıkan kısa ve tek bir nefesi yeterli görüyorum, sıtmaya tutulmuşcasına nefes darlığı muzdaribi bu gülüştense.
- bu geceyi yazmaya adayıp, bu şizofrenik sohbete davet ederken kendimi, hıncal uluç'un cümle içinde kullanıldığı bir sohbeti hiç ummuyordum. işte hayat nelere kadir diyerek kadir inanırı da burada yersiz bi biçimde analım.
- bu şizofreniye katkı sağlıyacak başka bir konuğumuzsa taa ingilterelerden aramıza katılan morrisey beyler. kendileri "girlfriend in a coma, i know i know ... it's serious girlfriend in a coma, i know i know ...it's really serious " diyerek aramızdalar.
- böyle bilgece laflar edesim var, diğer yandan komik de bulmuyor değilim bu halimi.
- sevgili okuyucu, ancak hatırlıyorum seni, kendime güldüğüm zamanlarda belki; belkide gülmek için.insanın bir şahidi olmasa kendisine gülmesinin ne anlamı olabilir ... bilgelik diyordum evet hergün biraz daha tanıyorum kendimi inanmazsın en çok toplu taşıma araçlarında yeniden tanışıyoruz kendisiyle en çok da kendisinin kendisi ile karşılaşıyoruz.
- sonra aynalar var birde hani şu sirklerdeki komik aynalardan bir kısmı çarpık tanımalar, ışığın çarpılmış adaletinden çıkmış görüntülerim ağzım burnum zihnim, şimdi durup düşünüyorum da sevgili okuyucu o da ben değilmiyim. ışık benim üstümde kırılıp da aynanın şekilsizliğinde şekil bulmuyor mu?

banyodan gelen sesleri kontrol ettikten sonra sohbetimize kaldığı yerden devam ediyoruz, sadece borularda kalmış bir kaç damla suyun aksırmasıymış...

- ne bulmaya çalışıyorum acaba bi kazıya çıkmış da fenerini evde unutmuş şaşkın arkeologlar gibi, ilerliyorum ilerlemesine de bişe görecek gibi olduğumda, ki elimde fenerin olmadığını evde bıraktığımı da göz önünde bulundurursak oldukça görülmeye değer bişi olması lazım, kafamı çeviriyorum. hah işte şimdi tom waits'in sırasıdır bu geceyi poor edward'a üzülmeye adıyorum. ve tez hocamdan artık rüyalarıma girmemesini rica ediyorum, dudağımın kenarında az sonra orda olacağım diyen bir herpes ile ... ah dünya bir sahne de biz de oyuncularız öyle mi, herpes ne öyleyse a.q.? o da mı oyuncu...
- libero. bu kelimeyi bi ara cümle içinde kullanmalıyım futbolla ilgili bi terim olsa gerek, oo bugün yine libero günündesin!
- mezun olduğum sıralarda Yalom'un varoluşçu psikoterapisini okuyordum şimdi tekrar elime aldığımda kitabı 685'i sayfada bıraktığımı gördüm anlamsızlık başlığında. ne kadar da manidar. belki şimdilerde tekrar bu başlığın altını gözden geçirmeliyim.
- bugün çok libero günümdeyim, sözlükten şöyle bi gözden geçirdim ne demekmiş libero diye sezgisel olarak günün kelimesi seçtiğim libero'nun defansın arkasında oynayan adam, voleybolda ofansif yönü zayıf, savunma yönü yüksek, oyuna istediği zaman girip çıkabilen oyuncu manasına geldiğini gördüm sezgilere güvenmek lazım.

bu şizofrenik sohbetin geri kalanını yarın ki mesai durumunu göz önünde bulundurarak yastık ile aramda sürdürmeye karar verdim. darılmaca gücenmece yok! pazar gecesini pazartesiye bağlayan kişi ben değilim ki bu konuda dünya halkları birleşip bir itirazda bulunmalıyız pazardan sonra gelecek günü tayin etme yetkisinin elimizden kim almışsa tepesine binmeli. şiddet yanlısı değilim tamam ama ikna olmadığı takdirde ... pazardan sonraya yakışacak olan en güzel günün cumartesi olduğunu iddia ediyorum ve oylamanıza sunuyorum saygıdeğer dünya halkları ve tabi herkes bilirki cumartesiden sonrasına yakışacak en güzel gün de pazardır!