Pazar, Aralık 16, 2007

hamlet beni affet

"niyetimizle kaderimiz öyle ters yönde koşar ki,
birbiri ardına yıkılır gider hayallerimiz"

bu sözleri oyun içinde oyun esnasında kral'a söyletiyor shakespeare kraliçe ettiği yeminler altında ezilmesin gerçeği görsün diye ve fakat inamıyor da inamıyor kraliçe "öyle deme canım ciğerim senden başkası namümkün bana" deyip de duruyor ...

shakespeare'in neredeyse tüm kadın karakterlerinde bir ahmaklık hakim bkz en sevilen karakterlerden biri olan ophelia, en kayda değer tarafı hamlet'in zekasını takdir etmiş olması onun dışında anasının babasının sözünden çıkamayan kim ne derse onu eden bi salak. nerdeyse bütün oyunlarında oyunu canlandırıp akıllıca laflar eden, kimi zaman alaycı, kimi zaman dramatik karakterlerin hemen hepsi erkek, kadınlara zekayı çok görmüş oyunlarında shakespeare efendi.

hamlet'se bir deli oğlan hele ki amcası krala "hiç. size yalnızca nasıl, kralların dilenci bağırsağında geziye çıkabileceğini göstermek istedim diyerek sonlandırdığı hepimiz toprağa gideceğiz ey ahmak kral eni sonu da kurtcuklara yem olacağız özetli tiradını atarken.

oyun içinde oyunu seyrederken ophelia oyunla hayli ilgili ve açıklayıcı davranan hamlet'in ustalığı ve zekasını över:
ophelia: zekanız çok keskin lord'um, çok keskin...
hamlet: beni köreltmek epey bir iniltiye mal olurdu sana

hem deli haliyle alaycı ve de pek içli bir karakter bu hamlet.

aslında daha ciddi bir inceleme üzerine bir muhayyile yaparım diye düşünerek başladığım bu yazı da hayli laubali bir seyir izledi ne diyelim affet beni hamlet bu kadarıylan idare et.

Salı, Aralık 11, 2007

ceci n'est pas une pipe


bazen rüyaların insanları birbirine bağladığına inanıyorum, aslında hiç böyle biri değilim bilenler bilir. biri bana böyle bişi anlatsa "aslında şimdi o öyle değil; kafan bik bik bik meselesiyle meşgul olduğundan böyle bi rüya görüyorsun" filan diye rasyo rasyo açıklamalar yaparım "hımm nvet" dierek dinleyen karşı tarafta beni can sıkıcılıkla suçlar. evet teori ve pratik uyuşmazlığının başladığı yer, cami imamının osurduğu cemaatinde baştan çıktığı nokta ...

her ne kadar sürekli ve daim olarak tırnak içerisinde mantık dediğimiz, kişinin kendisini koruması üzerinden dünyayı anlamaya çalışması ile muhatap olsakta, bir şekilde insanlık tarihi boyunca kalp ve beyin diye bir dikotomi yaratmışız. kaldı ki geçmişte hissi, duygusal tariflerin doğrudan kalpten, mantıklı argümanlarında beyinden kaynaklı olduğunu söyleyip durmuşuz şimdi tabi bir metafor olarak hayatımızda süregidiyor bu dikotomi.

neden? diye düşündüm. bir kaç da teori salladım bi taraflarımdan biraz freudyen sarkaçtan ... mantık kendini korumakla ilgiliyse kalp de her daim feda etmeyle ilgili kendini, onu bunu ... bu da bir nebze freud'un libidoyu ikiye bölmesini andırıyor biri ölüme yakın diğeri hayata (thanatos ve libido). tabi çok yuvarlak bir yorumla buraya ulaşmak mümkün... üzerinde biraz daha düşününce "o öyle değil kardeşim, libido dediğin rasyoyla herzaman kardeşcesine bir bağ kurmaz ki" denir "e öyle ama..." diye de devam edilebilir, ben şimdi etmiyorum siz evde çalışın bi ...

bu ilk zihinsel sıçramaydı, tahmin edin nerde yine bir toplu taşıma aracının cam kenarında ...
devam ederken; bir şekilde mistik olmaya ihtiyaç duyuyoruz dünyayı düzenlemek için bağ kurmak için. yoksa, şu gerçekle yaşamak çok kolay değil; "hepimiz kendi küçük kafeslerine kapatılmış internet ve televizyondan koptuğumuzda sudan çıkmış balığa dönecek olan mahkumlardan başka bişi değiliz" ama dün düşündüğün biri seni aradığında vay be diyorsun fizik ötesi bir kontak varolmalı. oysa sadece öğrenme ve hatırlama sürecinin bilişsel bir parçası ile karşıkarşıyayız ama gündelik hayatın içinde bu bilgi hiç de işime yaramıyor hayatımı daha güzel ve anlamlı hale getirmiyor, o fizik ötesi bağı varsaymak bir yudum vokta-limon kadar etkileyici olabiliyor.

rasyonel düşünce ve mistizmi üretme gücüne sahip nöronlarımız birini kalbin sorumluluğuna devrederek hissi duygusal tanımlarımıza da öteki muamelesi yapmamızı sağlıyor. ne haince değil mi? ve fakat dünya tarihinin temel stratejiside bu kendin yarat kendin ötekileştir ve en sonunda kendi ötekine inan.

herneyse bahsi geçen rüya:
bir kamptayım eski dostlar, kadim dostlar gülünüyor eğleniliyor sonra bir oyun başlıyor belki saklambaç olabilir belki de yakalamaç gibi, bilemiyorum tam olarak. ama benim dışımda bir oyun biri kaçıyor, ben oyunun bir parçası değilim ama onu yakalıyorum sadece eğlenceli olduğu için, aslında sadece yolunu kesiyorum. kapkara bir çarşafa sarılı, yüzü, gözü heryeri bu oyunu artık böyle mi oynuyorlar diye düşünüyorum, yüzünü açıyorum, tanıyorum. sadece sarılıyoruz. çok sıcak, çok şefkatli... sanki çok uzun sürüyor... bu sarılma ne zaman bitecek bilemiyorum, bitince ne olacak...

sadece bir pipodur belki de ...

Pazar, Aralık 09, 2007

magritte with orange


sabahtan beri yağmur var izmirde gözlerim dolu doluveriyor ... birde yeni bir arabesk parçayı daha winampta başköşeye yerleştirip loop'a aldım, muazzam zamir adlı biri de sanırım şahsım için ( hah üstüne bir de narsistik bozukluk) bahtsız zeynep die blues bi şarkı yapmış, yani değmeyin benim yaslı (yaşlı da olabilir bu) gönlüme.

magritte ile bir portakalı aynı kadraja yerleştirerek bir takım sür-reel fotoğraflar çektim çektiğim hiçbir fotoğrafi beğenmiyorum hep bişi eksik tatsız tutsuz.


magritte'in bir yumurtaya bakarak uçan bir kuşu resimlediği kendi otoportresine bakıp bakıp duruyorum, muhtemelen yaratıcılığına ilişkin bir gönderme yapmış bu portrede fakat ben kendime yordadığımda hayalperestliğime yapılan alaycı bir gönderme diye algılıyorum. en fazla bir omlet olacak yumurtanın hayali gibi...

Cuma, Aralık 07, 2007

ehe

şöyle bi bakayım dedim bloguna bir de ne göreyim yeni bir dizayn yapmışın. işte o an pişman oldum benim blogu sildiğime (ayrıca senin yazdıklarına da tabi) bir yolunu buldum geri döndüm. ne iyi ettim di mi?

neyse böyleyken böyle... dua ediyorum hala bak haberin olsun. bir de foto ekleyip kaçıyorum ben. görüşürüz nasıl olsa...



.