Salı, Aralık 11, 2007

ceci n'est pas une pipe


bazen rüyaların insanları birbirine bağladığına inanıyorum, aslında hiç böyle biri değilim bilenler bilir. biri bana böyle bişi anlatsa "aslında şimdi o öyle değil; kafan bik bik bik meselesiyle meşgul olduğundan böyle bi rüya görüyorsun" filan diye rasyo rasyo açıklamalar yaparım "hımm nvet" dierek dinleyen karşı tarafta beni can sıkıcılıkla suçlar. evet teori ve pratik uyuşmazlığının başladığı yer, cami imamının osurduğu cemaatinde baştan çıktığı nokta ...

her ne kadar sürekli ve daim olarak tırnak içerisinde mantık dediğimiz, kişinin kendisini koruması üzerinden dünyayı anlamaya çalışması ile muhatap olsakta, bir şekilde insanlık tarihi boyunca kalp ve beyin diye bir dikotomi yaratmışız. kaldı ki geçmişte hissi, duygusal tariflerin doğrudan kalpten, mantıklı argümanlarında beyinden kaynaklı olduğunu söyleyip durmuşuz şimdi tabi bir metafor olarak hayatımızda süregidiyor bu dikotomi.

neden? diye düşündüm. bir kaç da teori salladım bi taraflarımdan biraz freudyen sarkaçtan ... mantık kendini korumakla ilgiliyse kalp de her daim feda etmeyle ilgili kendini, onu bunu ... bu da bir nebze freud'un libidoyu ikiye bölmesini andırıyor biri ölüme yakın diğeri hayata (thanatos ve libido). tabi çok yuvarlak bir yorumla buraya ulaşmak mümkün... üzerinde biraz daha düşününce "o öyle değil kardeşim, libido dediğin rasyoyla herzaman kardeşcesine bir bağ kurmaz ki" denir "e öyle ama..." diye de devam edilebilir, ben şimdi etmiyorum siz evde çalışın bi ...

bu ilk zihinsel sıçramaydı, tahmin edin nerde yine bir toplu taşıma aracının cam kenarında ...
devam ederken; bir şekilde mistik olmaya ihtiyaç duyuyoruz dünyayı düzenlemek için bağ kurmak için. yoksa, şu gerçekle yaşamak çok kolay değil; "hepimiz kendi küçük kafeslerine kapatılmış internet ve televizyondan koptuğumuzda sudan çıkmış balığa dönecek olan mahkumlardan başka bişi değiliz" ama dün düşündüğün biri seni aradığında vay be diyorsun fizik ötesi bir kontak varolmalı. oysa sadece öğrenme ve hatırlama sürecinin bilişsel bir parçası ile karşıkarşıyayız ama gündelik hayatın içinde bu bilgi hiç de işime yaramıyor hayatımı daha güzel ve anlamlı hale getirmiyor, o fizik ötesi bağı varsaymak bir yudum vokta-limon kadar etkileyici olabiliyor.

rasyonel düşünce ve mistizmi üretme gücüne sahip nöronlarımız birini kalbin sorumluluğuna devrederek hissi duygusal tanımlarımıza da öteki muamelesi yapmamızı sağlıyor. ne haince değil mi? ve fakat dünya tarihinin temel stratejiside bu kendin yarat kendin ötekileştir ve en sonunda kendi ötekine inan.

herneyse bahsi geçen rüya:
bir kamptayım eski dostlar, kadim dostlar gülünüyor eğleniliyor sonra bir oyun başlıyor belki saklambaç olabilir belki de yakalamaç gibi, bilemiyorum tam olarak. ama benim dışımda bir oyun biri kaçıyor, ben oyunun bir parçası değilim ama onu yakalıyorum sadece eğlenceli olduğu için, aslında sadece yolunu kesiyorum. kapkara bir çarşafa sarılı, yüzü, gözü heryeri bu oyunu artık böyle mi oynuyorlar diye düşünüyorum, yüzünü açıyorum, tanıyorum. sadece sarılıyoruz. çok sıcak, çok şefkatli... sanki çok uzun sürüyor... bu sarılma ne zaman bitecek bilemiyorum, bitince ne olacak...

sadece bir pipodur belki de ...

Hiç yorum yok: