Cumartesi, Eylül 29, 2007

lakırdı

bir varmış bir yokmuş,
öyle varlığına bel bağlamayın ha bir baktınız yok olmuş, ama olmadığına da öylesi bir bel bağlamaya gelmez. zamanın birinde biri ilk sözcüğü söylemiş, sonra sonrasından emin değiliz, sözcük mü varetti olanı biteni, olan biten mi sözcükleri kimbilir. fakat bunlarla mı ilgilenmeliyiz? olup olmadığından tam olarak emin olmadığımız bir hikaye başlamış gitmiş. ve bir varıp bir gittiği o zaman diliminden kimilerinin zihninin bir köşesine ilişmiş, kah erkenden yatağa yerleştirilip daha çok uyku daha az hayatla ilişkili çocukların son göz aralığında kendine bir sahne bulmuş, ebeveynlerin dilinden dökülmüş. bir yer ki, renklerden bahsetmek mavi derken kırmızıyı, kırmızı derken siyahı mor derken van dyck kahverengisini gözler önüne getirebilirken, yukarısı derken aşağısını, aşağısı derken yan tarafı kast edebilirmiş. sahnesini ancak uyku öncesi aralanmış göz kapaklarında bulan bir yerden daha fazlasını beklemek tuhaflık olurdu zira.
garip tanışıklıklara sebep olduğu olurmuş:

-merhaba, yüz yıllık uykumdan uyandığımda karşımda görmek isteyeceğim ilk yüz değildiniz fakat madem karşımdasınız merhabalar size. en son hoşçakal denmişti bana.
-merhaba merhaba size de, üzgünüm beklentinizi karşılayamamaktan, fakat uyanacağınız haberi yıllardır dolaşıyor bu kentte, ilk gördüğünüz şey bir düş meyvesi olsun isterdim tatlı, sulu ve besleyici fakat bunu size ulaştırmak için burada bulunmalıydım.
- kabalığımı hoşgörün öyleyse, bir duvar görmediğim için duyacağım sevinci ertelemiş olmalıyım.

böylesi diyaloglarla karşılaşmak olasıydı bu yerin konaklayıcıları arasında. tuhaf nezaketler.

bir varsa iki kesin yoktu ve sıfır hep yakınlarda bir yerdeydi, gerçi aralarındaki anlaşmaya göre sıfır ve bir'in arası sonsuzdu lakin sonsuzluk görülebilir bir mutlu sondan daha iyisini vaadetmiyordu, olup olabileceği varılamayan bir mutsuzluk ve mutluluktan başka neydi ki?

öykümüze dönersek, dönebilecek miyiz?

Hiç yorum yok: